
Karga Krallığı: Olivia Wildenstein'den Çırpınan Kanatlar Evi
Kitabın olay kurgusu, ana karakter Fallon'ın yaşadığı dünyada nasıl bir geleceği olduğunu öğrenmesiyle başlıyor. Onun yarı Fae kimliği ve Safkan Fae'ler ile melezler arasındaki ayrım, hikayenin temelini oluşturuyor. Fallon, bir kahinden aldığı kehanetle kraliçe olacağını öğrenir ve bu kehanetin gerçekleşmesi için beş demir kargayı özgür bırakması gerektiğini öğrenir. Ancak bu yolculuk, beklenmedik olaylar ve kehanetin gerçek anlamının ortaya çıkması ile dolu bir maceraya dönüşür.
"Kargaları özgür bırak, Fallon, onlar seni kraliçe yapacak."
Ana karakter Fallon, karmaşık bir kişiliğe sahip bir genç olarak tasvir ediliyor. Melez bir Fae olarak, hem Safkan Fae'lerin hem de yarı kanlıların dünyalarında bir yabancı gibi hissediyor. Karakter gelişimi, özellikle kaderiyle başa çıkma ve prens Dante ile olan ilişkisi üzerinden işleniyor. Ayrıca, karga karakteri Lore, hikayeye ilginç bir boyut katıyor gibi görünüyor. Fallon ile yaptığı sohbetler ve bu karakterin sırları, kitabın merak uyandırıcı yanlarından birini oluşturuyor.
Kitabın dilinin, gözler önüne canlandırılabilir bir evren yarattığını belirttiniz. Adalardan oluşan bu evren, detaylı bir şekilde tasvir edilmiş gibi görünüyor. Ayrıca, kargaların dilinin ve kargaların düşünce yoluyla iletişiminin, hikayeye özgün bir özellik kattığını vurguladınız. Kitabın akıcı ve eğlenceli bir dil kullanması, okuyucuların hikayeye daha fazla bağlanmasına yardımcı olabilir.
onuç olarak, "Çırpınan Kanatlar Evi," karmaşık karakterleri, merak uyandıran olay kurgusu ve zengin dil kullanımı ile dikkat çeken bir fantastik hikaye sunuyor gibi görünüyor. Kitap, beklenmedik olaylar, kehanetler ve karakterlerin gelişimi etrafında şekilleniyor. Bu inceleme, kitabın ilgi çekici bir fantastik seriye başlangıç yaptığını ve okuyucuları kendine çekeceğini gösteriyor. Karga Krallığı serisini okumayı düşünen herkese tavsiye edebilirsiniz.
Kitaptan çarpıcı sahnelerden bir bölüm sizler için:
… Parmaklarım kanalın kıyısındaki duvara değdiği anda yılan saldırdı, beni ayak bileğimden yakalayıp aşağı doğru çekmeye başladı.
Kollarımı iki yana savurup suyun içinde çırpınmaya başladım, pembe pulların boyunduruğundan kurtulmak için bir yandan da tekmeler atıyordum. Yaratık artık bir mengene gibi sıkıştırıyordu, ayağımı bacağımdan koparıvereceğini düşündüm.
Yılanın boyu benim iki katım olsa da vücudu bacağımdan daha geniş değildi ve başının üzerindeki fildişi rengi boynuz da aslında sadece bir çıkıntıdan ibaretti. Tıpkı benim gibi çok küçüktü.
Lütfen merhamet et. Lütfen beni bırak.
Ninemin ağzını açarak çığlık attı ama gövdemi saran su çığlıklarının sesini bastırıyordu. Yılan, atı andıran burnuyla yüzümün tam önüne hamle yaptı, oksidiyen taşlarına benzeyen menekşe gözlerimle aynı hizaya geldi.
Burun delikleri genişleyen yaratık başını eğerek siyah çatal diliyle parmak eklemlerimin üzerini kaplayan kanı yaladı.
Keşke bu genç yılan ona zarar vermek istemediğimi sezebilseydi. Belki de bunu ona gösterebilirdim. Yumruklarımı gevşettim, yaratığa silahsız olduğumu göstermek için avuçlarımı açtım.
“Cato, bir şeyler yap!” diye haykırdı ninem ona.
O da kılıcını kınından çıkardı ve kaldırdı. Yılan belime yapışarak beni geriye, kanalın ortasına doğru sürükledi, sonra başını kaldırdı ve Cato’ya tısladı.
Korka korka yaratıktan kurtulmaya çalıştım fakat yaratık başını vana çevirdi. Donakaldım. Bana tıslamadı ama dilini çıkarıp çenemin altına dokundurdu.
Bu…bu hayvan az önce beni…yaladı mı?
Avucum pullarına değdiği anda yaratık durdu, bana baktı, sonra parmak eklemlerimdeki yaraları yaladı. Cildim karıncalandı ve şaşkın bakışlarımın önünde iyileşmeye başladı. …